Perşembe, Mayıs 08, 2008

ölüm ve ben

derin bir sessizlik. varlığın yok olduğu noktalardan biri. arafın içinde en sessiz çığlıkların yada sözlerin evrenin mikhaelinde yükseldiği bir yerde ölüyorum. gözlerim kapalı ama hissederek görüyorum. yakıcı güneş altında suyun içindeyim. sadece yüzüm dışarıda, su sanki bir kefen. güneşin altında parıldayan mavi bir kefen. kulaklarıma yavaş yavaş sesler gelmeye başlıyor. denizin derinliklerden gelen sesler. kulağım suyun içinde üzerimde dolaşan dalgaların sesini duyuyor. bir an gözlerimi açıyorum, belki de ölmeden önce son bakış için. onu görüyorum, beyaz giysiler içinde bütün güzellikleri ile. en günahsız haliyle. gülümsüyor, ona ismini veren çukurları daha belirginleşiyor. beyaz gelincik tarlasında açan iki kırmızı gül gibiler. sanırım ben de gülüyorum, ama en çok kendimi onun güzelliğine bırakıyorum. ölümü beklerken ona kavuşmak ne büyük mutluluk ama o gelince ölüme gitmek ne kadar acı. zaten mutluluklar da saniyeler sürmez mi? en güzelleri en kısa olanlardır. en güzelleri yok olanlardır. bir şeyler söylüyor ama kulağıma sadece denizin dalga sesleri geliyor. sonra bir tını, o hafif sesiyle bana sesleniyor tekrar. duyamıyorum ama hissediyorum bütün vücudumla. sonra ölüm geliyor bütün karanlığı ile. yavaş yavaş suya gömülüyorum. o ise bana el sallıyor. ah o kadar güzel gülümsüyordu ki. ölüyorum, denizin bütün ıslaklığı ile, aklımda unutulan cümlelerle…
ölüm. sonunda ona kavuştuğumu zannederken uyanıyorum. karanlık, her türlü ışığı yutan bir karanlık. yokluk gibi. ama bir ışık görüyorum, uzaklarda. yakınlaşıyor. odamdayım. yatağım,kitaplarım ve kılıçlarım. bir tanesi elimde, kınından çekilmiş, karanlıkta soğuk soğuk parlıyor. içeriden sesler yankılanıyor, erkek sesleri sanki bir ağıt. bilmediğim, çoktan unutulmuş bir dil. her kelimesi gözyaşları acılar içeriyor. kelimeler yaşıyor ve hüzünlerini sana bırakıyorlar. sonra o geliyor sessizce, her zaman ki gibi. önce ayakucuma oturuyor. bana dokunuyor, irkiliyorum. anlatamadığım beni diri diri yakan bir duygu. sonra başucuma geliyor. ellerini saçlarımda dolaştırıyor. dayanamayarak kalkıyorum, kılıcı saplıyorum. sesler kesiliyor. ellerim sıcak bir sıvı ile doluyor. ağır ağır akıyor ellerimin arasından. kılıcı vücudumdan çıkarırken bana sarılıyor. doğduğum gün beni uyutan huzur bütün bedenimi sarıyor. o unutulmaz huzur. vücudum çekiliyor, tekrar ölüyorum. tekrar karanlık. yastığa kafamı koymadan önce son kez ellerini saçlarımda hissediyorum. kanlar içinde yatağımda can veriyorum, aklımda unutulan özürler ile…
bir öncekine inat edermişçesine aydınlık bir yerde uyanıyorum. gözlerim ışıktan kör oluyor neredeyse. soğuk. kanımı donduran bir soğuk. soğuğun aydınlığı ile üşüyorum. uzaklarda bir tını. beni anlatıyor. sonra ayak sesleri. yavaş ama sert. onu görüyorum. içimden bir haykırış, kaçınıyorum. son görüşme için hazır değilim. hayır değilim. henüz değil. duruyor, o mavi gözlerine direnemiyorum. ayağa kalkıp ona doğru yürüyorum hayır sürükleniyorum. tam dokunacakken ayrı düşüyoruz. önce şaşkınlık sonra da kızgınlık. aramızda buzdan bir duvar, kıramıyorum. ellerim kan, gözlerim donmuş yaşlarla dolu. yorgunlukla yığılıyorum. ağlıyorum hıçkırarak. kavuşamadan öleceğim diye. soğuk artıyor ışıkla beraber. uykum geliyor yavaş yavaş. kanlı ellerime bir el dokunuyor. kesik parmağı gözyaşlarımı siliyor. bense uyuyorum ölüm diyerek, aklımda unutulan anılar ile…
tanımadığım bir kent. boş sokaklar içinde yürüyorum. her yer ıssız. çok hafif yağmur yağıyor. yürüyorum, düşüncelerden tamamen arınmış bir şekilde. sadece yağmuru hissediyorum ve ölümümü bekliyorum, tekrar. tanıdığım sandığım bir sokağa saptım. eski evlerin daralttığı karanlık bir sokak. tek ses yağmurun yere düşmesi idi. bir an için onunla karşılaştım. bakıştık. sadece gözlerini hatırlıyorum. gözlerimin ikizleri. Öncesinde silik anılar, geleceğinde puslu günler. Aslında o kadar yakınız ki. Ama devam ettim, duramadım. Konuşamadım. O da seslenmedi. Sadece havanın soğuduğunu hatırlıyorum. Ve yağmur damlalarına karışan yaşlarım, aklımda unutulan keşkeler ile…
Kayboluyorum sokaklarda. Hava alacakaranlık. Yer değişiyor. Unutulmuş bir ada, kadim kalıntılar. Hava alacakaranlık. Güneş ellerimiz altında batıyor. Ve biz iki siluet onun ölmesini izliyoruz. Onu hissediyorum. Aslında o kadar farklıyız ki. O çoğu zaman bir hoca ben ise bir isyankar bir öğrenci. Bazen de tam tersi. Konuşmak istiyorum ama hayretle bir gölgeye döndüğünü hissediyorum. Aslında benim için hep öyle olmadı mı. Güneş batıyor, gölgeler kayboluyor ve ben kendimi rüzgara bırakıyorum. Düşüyorum karanlık içinde doğduğum toprağın ve dahi atalarımın toprağının denizine... hiç uyanmamak üzere…


ben yitik bir şövalye, ölümün pençesinde...

3 yorum:

sacred dawn dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Adsız dedi ki...

Bu bir ölüm hayali mi? Hayır degil..
Bu bir aşk! Aşkın dehlizlerinde kaybolmuş, kendisi de zaten hayal olan birinin aşkı, belki "var" olana belki "yok" olana duydugu aşk. Belki yoklugun halka halka açılıp var olması yeniden. Belki "var"ların yokluk için verdigi savaş. Belki de...
Tesekkurler..

ışıklı Yürüyüş dedi ki...

Ölüm ne zor kelime..insanın kendiyle bitmeyen hesaplaşmaları kadar zor.. Uzun zamandır okumadığım bu şiir yeniden hafızamda canlandı yazınızı okudugumda.kaleminize saglık..

"Dalgalar bozmaz denizin rengini
bir yaz gecesi gibi güzelse
toprağa düşen çocuğun gözleri
Kimse kullanmasın ölüm kelimesini
kuş uçtuğu dala konmazsa"
ÖMER ATEŞ KIZILTUC