Pazar, Şubat 13, 2011
sessizlik
Salı, Ağustos 11, 2009
Salı, Kasım 25, 2008
ben gidiyorum?
farkında mısın? benim öldüğümün. yıllar oluyor belki yavaş yavaş gidişim. ruhumun beni terk edişi. o gitmek istedi ben ise gidemedim. buradayım işte; aynanın karşısında kendini tanıyamayan adam. yokluğunun farkında. belki bundandır sadece “ben” hakkında yazmam. kendimi tanıma çabası ama nafile. ben benden gideli çok oluyor. şimdi de ben gidiyorum.
her gece kalbini kesmek nasıl bir duygu bilir misin? keskin kılıçla her gece intihar etmek. uykularının huzursuzluğu ama buna rağmen hiç gitmeyen sonsuz uyuma isteği. nedenini bende bilmiyorum. belki sonsuzluğa ulaşma çabası belki de yokluğa.
ben öldüm biliyor musun? kalbim sökülerek. geçen sende hastanedeydik. hatırlar mısın? morgda morarmış ellerimiz birbirini tutuyordu; üzerimizde ideallerimiz son örtümüz olmuştu. gerçekleşmeyen gerçekleşemeyen idealler. çıplaklığımızı onlar koruyordu. elimizde eski yüzükler. içinde gamze ekim 2004 yazıyor. ne kadar da yanlış ben daha bu dünyaya gelmeden önce bir ruh iken seni seviyordum. kalbim kılıçla sökülüp atıldığında da.
beni gitmeye tutan ne bilmiyorum sonsuzluğa doğru. çok zor değil aslında değil mi? belki de kendimi tanıyamamam.
bir rüya gördüm bir gün. çok küçükken. ellerim bağlı; bağırıyorum ama sesler beni bastırıyordu. sesler. o kadar çoktular ki. kurban edildim sonra. sesler kesildi kesik ellerimden akan kanlar sesleri sesti. korku gitmişti, huzurluydum. herkes mutlu idi. kalkınca ağladım sabaha kadar; sessiz sessiz. çocuk aklım insanlar için ölmeyi anlamamıştı. o gün çok korkmuştum. neden ansızın kaldırıldığımda titrediğimi anlıyor musun? korkuyorum hala.
gidiyorum anne farkında mısın? biliyorum gene kızacaksın zaten konuşmuyorsun diye. biliyorum ama konuşamıyorum. elimde değil. ağzına mühür vurulması nasıl bir şey bilir misin? onlar gelir; kelimeler ama çıkamazlar kurtulmak istersin ama olmaz. boğulursun sonra. bu yazılar nasıl çıkıyor zannediyorsun. bunlar beni boğan kelimeler.
soğuk suyu vücudunda hissetmek nasıldır bilir misin? ürperirsin korkarsın nefes alamadığını düşünürsün. insanlığını kaybetmek de öyle. en küçük düşünce de yıkılınca, hayata karşı küskün olunca da böyle hissediyorsun.
bazen içimle konuşmaya çalışıyorum. suskun. yazı yazdığımda bir iki kelime fısıldamaktan başka bir şey yapmıyor. neden böyle bilmiyorum.
sonbaharı sevmiyorum ama sonbaharda ölmek isterdim. yani bugünlerde. yağan yağmurun altında savrulan yapraklarız. üzerimizde ağır yağmur damlaları içimizde ayrılığın hüzünü. hadi gel ölelim şimdi kıyıya vuran balinalar gibi. ama biz insandık dimi?
bana kızıyorsun biliyorum kardeşim kadar olamadın diye. haklısın.
bazen yürüyorum. iyi geliyor. uzun düşünceler, kısa müzikler yokluklar varlıklar. varlığımı kanıtlamaya çalışıyorum. zor oluyor haliyle; maddeye inanmayan biri olarak. maddesel yaşamak ne kadar da acı veriyor bana biliyor musun?
ben yokum gene. ruhum kayıp. karnıma kılıç saplayalı kaç yıl oldu. çok iyi hatırlıyorum o geceyi. yağmurlu bir sonbaharda; elimde kanlar yüzümü boyuyorum. inanır mısın çocuklar gibi şenim. aklıma ana okulda yaptığım faaliyetler geliyor. resim ve boyamam berbat. o zamanlar hayatı yaşayamayacağım belli olmuş.
evde ana okuldan kalma bir resmim asılı. geçenlerde düşmüş büyük gürültü ile. belki de ruhum çok uzaklara gitti.
ben bir intrapersonal'ım. yani içine kapanık. yarı otistik. çok sıkılırsa bırakın gitsin kurşun askerlerini boyasın. hala oyuncaklarım var biliyorsun. ama artık onları ben yapıyorum. insanlar sorduklarında heyecanlanıp kaç tane kurşun askerimin olduğunu söylüyorum. benim bu kada misketim var gibi. ağlıyorum halime. ciddiyim. bunları düşündükçe ağlıyorum. düşünüyorum da kitaplar büyütmüyormuş bizi.
bugünlerde gri renkteyim. gri yani belirsizlik. ne olduğu belli olmayan. kaybolmuş. ormanın derinliklerinde ne yapacağını bilmez haldeyim. arada ağlıyorum. ama nafile.
denizin sesini bilir misin? ama gerçek sesini. içine daldığında duyarsın. bana garip duygular verir. neden bilinmez kelt müziği aklıma gelir.
ağlayamıyorum artık. gözyaşı akmıyor. ben gidiyorum farkında mısınız?
Perşembe, Mayıs 08, 2008
ölüm ve ben
ölüm. sonunda ona kavuştuğumu zannederken uyanıyorum. karanlık, her türlü ışığı yutan bir karanlık. yokluk gibi. ama bir ışık görüyorum, uzaklarda. yakınlaşıyor. odamdayım. yatağım,kitaplarım ve kılıçlarım. bir tanesi elimde, kınından çekilmiş, karanlıkta soğuk soğuk parlıyor. içeriden sesler yankılanıyor, erkek sesleri sanki bir ağıt. bilmediğim, çoktan unutulmuş bir dil. her kelimesi gözyaşları acılar içeriyor. kelimeler yaşıyor ve hüzünlerini sana bırakıyorlar. sonra o geliyor sessizce, her zaman ki gibi. önce ayakucuma oturuyor. bana dokunuyor, irkiliyorum. anlatamadığım beni diri diri yakan bir duygu. sonra başucuma geliyor. ellerini saçlarımda dolaştırıyor. dayanamayarak kalkıyorum, kılıcı saplıyorum. sesler kesiliyor. ellerim sıcak bir sıvı ile doluyor. ağır ağır akıyor ellerimin arasından. kılıcı vücudumdan çıkarırken bana sarılıyor. doğduğum gün beni uyutan huzur bütün bedenimi sarıyor. o unutulmaz huzur. vücudum çekiliyor, tekrar ölüyorum. tekrar karanlık. yastığa kafamı koymadan önce son kez ellerini saçlarımda hissediyorum. kanlar içinde yatağımda can veriyorum, aklımda unutulan özürler ile…
bir öncekine inat edermişçesine aydınlık bir yerde uyanıyorum. gözlerim ışıktan kör oluyor neredeyse. soğuk. kanımı donduran bir soğuk. soğuğun aydınlığı ile üşüyorum. uzaklarda bir tını. beni anlatıyor. sonra ayak sesleri. yavaş ama sert. onu görüyorum. içimden bir haykırış, kaçınıyorum. son görüşme için hazır değilim. hayır değilim. henüz değil. duruyor, o mavi gözlerine direnemiyorum. ayağa kalkıp ona doğru yürüyorum hayır sürükleniyorum. tam dokunacakken ayrı düşüyoruz. önce şaşkınlık sonra da kızgınlık. aramızda buzdan bir duvar, kıramıyorum. ellerim kan, gözlerim donmuş yaşlarla dolu. yorgunlukla yığılıyorum. ağlıyorum hıçkırarak. kavuşamadan öleceğim diye. soğuk artıyor ışıkla beraber. uykum geliyor yavaş yavaş. kanlı ellerime bir el dokunuyor. kesik parmağı gözyaşlarımı siliyor. bense uyuyorum ölüm diyerek, aklımda unutulan anılar ile…
Kayboluyorum sokaklarda. Hava alacakaranlık. Yer değişiyor. Unutulmuş bir ada, kadim kalıntılar. Hava alacakaranlık. Güneş ellerimiz altında batıyor. Ve biz iki siluet onun ölmesini izliyoruz. Onu hissediyorum. Aslında o kadar farklıyız ki. O çoğu zaman bir hoca ben ise bir isyankar bir öğrenci. Bazen de tam tersi. Konuşmak istiyorum ama hayretle bir gölgeye döndüğünü hissediyorum. Aslında benim için hep öyle olmadı mı. Güneş batıyor, gölgeler kayboluyor ve ben kendimi rüzgara bırakıyorum. Düşüyorum karanlık içinde doğduğum toprağın ve dahi atalarımın toprağının denizine... hiç uyanmamak üzere…
ben yitik bir şövalye, ölümün pençesinde...
Çarşamba, Mart 19, 2008
Pazar, Şubat 24, 2008
mikhael'den resimler
sonunda porte fotoğrafları bir ortamda birleştirebildim. orjinali yaklaşık 60mb tuttuğu için kalitesi düşük bir örneğini koyuyorum. aslında aklımda daha farklı bir sunuş vardı ama tamamlayamadım. şimdilik bununla idare edeceksiniz. beni kırmayıp portre fotoğraflarını çekmeme izin veren herkese çok teşekkür ederim...